Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur.
Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?
Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
"Ben sana bütün hayatımı,hakiki anlamda ilk defa seni tanıdığım gün başlamış olan o hayatı anlatmak istiyorum."
"..çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytuluklarda ki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz..."
Herkesin okuduğu kitabı sonunda bende okudum.
Bugün başladım ve bir çırpıda bitti.Ne söylesem ki ,yazarı ilk defa okuduğumu,okurken boğazımın düğüm düğüm olduğunu mu,henüz çocukken başlayıp kadınlığa geçiş yaptığımız mektubun yazarına üzüldüğüm kadar kızdım da desem,ilk başlarda bu kadar bağlanması garip geldi eleştirdim.Sonra hayatının dönüm noktasında aldığı karar ile hayran kaldım.Peki mektubun sahibi tanınmış roman yazarı R.. bu kadar pervasız yaşamak zorunda mıydın?
Uzun satırlara,serilere gerek yok Stefan Zweig 68 sayfaya bir hayatı sığdırmayı başarmış.Çok methedildiğini bilsem de okurken bu kadar sürükleyici bir kitap her sayfasının beni etkilemesini beklemiyordum.
Bence okudukça tartışılacak(sorgulatacak) bir çok konu ele alınmaya müsait konusu olduğunu da düşünüyorum.
Çok fazla laf kalabalığı yapmadan bitiriyorum.Zaten çoğunuz okudu,okumayan varsa da okuyun bir an önce derim;)